Cuma, Eylül 13

Basketbol Benim Hayatım


 Bu konuda hiç yazmamıştım daha önce aklıma getiren ise birkaç gün önce girdiğim İngilizce sınavıydı. Writing bölümünde en sevdiğimiz bir şey anlatmamız istenmiş bende başladım yazmaya..

 Attığım ilk basket, dolu salonun önünde oynadığım ilk maç, attığım ilk son saniye basketi hepsi hafızamda ilkler unutulmaz eğer kazanıyorsanız geçerlidir bu çünkü kimse kaybettiklerini hatırlamak, konuşmak ya da yazmak istemez belki de daha önce bu yüzden dile getirmedim bunu.

 O salona çıkınca her şey daha güvenli ve basittir. Çünkü sevdiğiniz her şey yanınızdadır. Aileniz,sevdikleriniz tribünde size destek olurken arkadaşlarınız yanınızdadır ve birde her şeyi birbirine bağlayan o top.

 Oyunu küçük yaşta sevdim babamın götürdüğü bir Fenerbahçe maçıydı. 2001-2002 sezonu Mrsiç'in ilk sezonu aynı zamanda hayatımı değiştirecek o şutları atacak adam Mrsiç. O maça gidene kadar basketbol oynamışlığım neredeyse yok hatta hiç yok. Herkes gibi sokakta futbol oynardım bende ancak futbolda o kadar yetenekli olmadığım için daha çok defansa koyulan çocuk oluyordum hem bizden yaşça büyük çocuklar bizlerin ileriye çıkmasına  izin verdikleri az görülmüş bir şeydi o zamanlar.

 3 Kasım 2001 Türk Telekom maçı yanlış hatırlamıyorsam 32 sayı atmıştı o gün Mrsiç. Sezonun sayı ve asist kralı Damir Mrsiç.. Maçtan sonraki ilk işim babama basketbol topu aldırmak oldu Mrsiç beni oyuna aşık etmişti öyle güzel şut atıyordu ki her şeyin kolay olduğuna inandırıyordu seni sonra o pasları şiir gibiydi adeta kendimden geçmiştim o maçı kaybetmemiz umurumda değildi biran önce oynamak istiyordum daha 7-8 yaşlarındaydım.

  Topu alıp oynamaya başladım ilk başta epey zorlandım ama kararlıydım o salonda bende oynayacaktım ve başardım da. Okuldan sonra, okulda her yerde oynuyordum artık bende mükemmel şut atmak zorundaydım. İlk kez beden hocamızın dikkatini çekmiş olmalıyım ki bir gün beni yanına çağırdı birlikte salona gittik. Benden yapmamı istediği hareketleri yaptım bunların içinde tam saha dribling, turnike, jump shot, stop jump shot gibi hareketler vardı. Yaklaşık 1-1.5 saat geçirdikten sonra bana yarın babam ile görüşmek istediğini söyledi. Akşam babam geldiği zaman hocamın söylediklerini ona ilettim ve geleceğini söyledi. Öğle arasında gelmişti hocamın yanına gitti ve konuşup tekrar işe döndü. Meraktan ölecektim ki neler döndüğünü anlatan hocam oldu. Bana büyük takımların altyapılarında tanıdığı isimlerin olduğunu ve benim için onlarla konuşacağını söyledi bu büyük bir adımdı ve sevinçten uçuyordum.

  Birkaç denemeye girdikten sonra Efes Pilsen koçu beni takıma almıştı bana artık daha fazla çalışmam gerektiğini ve benden umutlu olduğunu iletmişti. Tam istediğim gibi şutör gard olarak oynuyordum dış şut yüzdem ve jump şutlarımın mükemmelliği beni takıma monte ettirmeyi başarmıştı. Boyum diğer 2 numaralara göre çok uzun değildi ama kolum diğerlerine göre gerçekten daha uzundu bunu el üstü şutlarım ve yaptığım pas araları doğrulayan kanıtlarım. Ortaokula geçtiğimiz zaman işler biraz daha zorlaşmıştı ağırlaşan dersler bir taraftan zorlarken antrenmanlarda iyice ağırlaşmıştı. Aynı zamanda savunmalarda sertleşmişti potaya gittiğimizde 5 numaradaki iri arkadaşlara cidden dikkat etmemiz gerekiyordu aksi taktirde kaşımız açılabilir yada gözümüze darbe alabilirdik cidden ellerinin ayarı yoktu.

 İşleri bir şekilde götürürken en çok zevk aldığım kısım ise 4 çeyrekti orada olmak beni rahatlatıyordu diğer hiçbir şeyin önemi yokmuş gibiydi. O salonda hem kazandım hem kaybettim. O son saniye basketini atıp sevinçten tribüne koştuğumda oldu, atışı kaçırıp dizlerimin üstüne çöküp yere yattığımda.. En çok sevdiğim an ise topu yolladığım andır sebebi belli aslında bilek havada, maç süresi bitti herkes ayakta kısa bir süre sonra bir taraf üzülecek bir taraf sevinecek keşke o geçen süreyi kaydedip tekrar tekrar izleyebilsem.

 Her şey yeni yeni oturuyordu ismim duyulmak üzereydi takımın parlayan oyuncusuydum izlemeye gelen gözlemciler çıkmıştı ortaya ancak bir akşam her şey avuçlarımın arasından kayıp gitti sağ bileğim 2 yerinden kırıldı umudumu kaybetmemiştim ancak doktor hatası yüzünden başka bir hastaneye gidip bileği tekrar kırıp ameliyat ettiler bu bana tam 1 seneye mal oldu tam olarak iyileşmesi ise 2 seneyi biraz geçmişti. Şutları asla eski seviyeye çıkaramadım belli bir süre oynadıktan sonra yada ağır bir şey kaldırdıktan sonra hala ağrı giriyor. Sadece izlemekle yetinmenin zorluğunu biliyorum, sahadan uzak kalanların psikolojisini biliyorum. Kazanırken kaybeden tarafım ben.

Pazartesi, Eylül 9

2000'lerin Unutulmaz Derbileri


Futbolun en büyük heyecanlarındandır derbi maçları.Sezon öncesi fikstür belli olduğunda ilk merak edilen derbi maçlarının kaçıncı haftalarda olduğudur.Bütün bir taraftar bir hafta boyunca derbi maçını bekler.Maçtan bir gece önce özellikle derbi maçlarından tribün videolarıyla kendini maça hazırlar insanlar..Maç günü imkanı olan semte iner,akşama kadar tezahüratlarla derbi maçı olduğunu herkesin aklına kazır,akşam takım otobüsünü uğurlayıp doğruca stada doğru yol alır.İmkanı olmayanlar da ekran başında an be an son gelişmeleri takip eder.11'ler belli olduktan sonra o geçmek bilmeyen dakikalara gireriz artık.O dakikalar bir bir geçip,ilk düdük çaldıktan sonra neler neler olmadı ki ?

2000'lerin Unutulmaz Beş Derbisi

5-     Beşiktaş 1-2 Fenerbahçe


2005-2006 sezonunun ilk yarısında,ezeli rakipler Beşiktaş ile Fenerbahçe İnönü Stadyumu'nda karşılaşıyordu.Maç öncesi her iki takımda da maçla ilgili olumlu bir hava hakimdi.Önce ilk yarıda Anelka çıktı sahneye.Bir sezon öncesinin Fenerbahçe - Beşiktaş derbi kahramanı Koray Avcı'yı yere serdi vücut çalımıyla.Sağdan ceza sahasına girip mermi gibi vurdu topa.Fenerbahçe üstünlüğünü son ana kadar korumuştu aslında.Ancak 90.dakikada Kleberson çıktı sahneye..Öyle bir vurdu ki,tribünden çıkan " Goool " tepkisi,TV başındaki herkesin sesi kısmasına yol açtı.Maç böyle bitti derken 90+4'de perdeyi kapatma sırası Fenerbahçe'ye gelmişti.Nobre duvar oldu savunmaya karşı,verdi pasını Tuncay'a.İkili arasındaki verkaçların ardından Tuncay buldu müsait pozisyonu.Köşeye giden topta kaleci Cordoba'nın yapabileceği hiçbir şey yoktu.

Anelka'nın o unutulmaz deparı,Kleberson'un akıllara zarar şutu bir anda unutuluvermişti.Gecenin kahramanı,son saniye golüyle deplasman derbisi kazandıran Tuncay olmuştu.Gol sevinciyle de pekiştirmişti o anı,efsane " Sus " işaretiyle.

4-     Fenerbahçe 3-4 Beşiktaş


Öyle bir derbiydi ki bu,Fenerbahçelilerin hala hafızalarından çıkarmak isteyeceği,Beşiktaşlılarınsa hala aklına geldikçe izleyip duygulanacağı türden.Ülkemizde bol gollü derbi diyince olabilecek maksimum skor 3-2 olur genelde.7 gol atılan derbilere son yıllarda zor rastlarız.Ancak bu öyle bir maçtı ki,adeta bir Tom-Jerry çizgi filmi izlettiriyordu seyircilere.Beşiktaş kaçıyor,Fenerbahçe kovalıyordu.Tümer'le siyah beyazlılar ilk adımı atmıştı.Luciano bir stoperden beklenmeyecek seviyede müthiş bir röveşata golüyle durumu 1-1 yaptı.İlk yarı bu skorla bitecek derken Carew çıktı sahneye.İkinci yarıda bu kez dönemin 20 numarası,gönüllerin 10 numarası Alex de Souza durumu 2-2'ye getirdi.Beklenmedik bir anda İbrahim Akın çok sert vurarak Beşiktaş'ı 3-2 üstünlüğe taşıyordu ki,efsanenin başladığı o ana geldik..

Ceza sahasında Nobre'yi yerde bırakan Cordoba,uzunca bir süre de itiraz ediyor ancak bu penaltı ve çift sarıdan kırmızı kartı engellemiyordu.Dönemin Beşiktaş teknik direktörü Rıza Çalımbay endişeliydi,çünkü değişiklik hakkı kalmamış ve kaleyi bir oyuncuya teslim etmek durumunda kalmıştı.Pancu kaldırdı elini hemen.Çok küçükken,çocuk yaşta da olsa kalecilik yapmıştım dedi.Aldı eldivenlerini,geçti kalesine.Köşeyi doğru tahmin edip çok iyi atlasa da,Alex de Souza gibi bir futbol filozofunun penaltı vuruşunu kurtarmak öyle kolay değildi elbette.Skor 3-3'e gelmiş,8 dakikalık duraklamayla birlikte herkes Fenerbahçe'nin golünü bekler olmuştu.Bu arada Pancu,bir forvetten beklenmeyecek 2 kurtarışa da imza atmıştı.Dakikalar 90+4'ü gösterirken,zaman geçirmek üzere ileride çoğaldığını düşündüğümüz Beşiktaş'a Koray bir vurdu,pir vurdu..Beşiktaş derbiyi 4-3'lük skorla kazanırken,maçın kahramanı sadece dışarıdan gösterildiği gibi Pancu ve Koray değil,bu müthiş maçı bize yaşatan her iki takım futbolcularıydı.

3-     Beşiktaş 1-2 Galatasaray


2005-2006 sezonunun 33.haftasında,İnönü'de Beşiktaş ile Galatasaray kozlarını paylaşıyordu.Galatasaray,umudunu son haftaya taşıyıp Fenerbahçe'nin üst üste 3.kez şampiyon olmasına izin vermemek için bu maçı kazanmak zorundaydı.Beşiktaş ise o sezon gösterdiği kötü performanstan ötürü taraftarına bir hediye vermek istiyordu derbi galibiyetiyle.Sessiz,sakin geçen bir ilk yarının ardından her şeyi değiştiren o 2. yarı başladı.Önce Tümer'in dar açıdan yaptığı vuruşla Beşiktaş öne geçti.Ardından oyuna bir Hasan Kabze girdi..

Hasan,girdikten 4 dakika sonra durumu eşitliyordu.Son dakikalarda her iki takımın da amacı kazanmaktı.Bir farkla ; Galatasaray şampiyonluk için oynuyordu.

90+3'de,hatta tam 92:38'de,Hasan Kabze köşeye çok güzel vurdu.Cordoba'nın baktığı yerde top filelerle kucaklaşmış,orta saha ağlayan Galatasaraylılarla dolmuştu.Hakem,maçın santrasını dahi yapmamıştı.Hasan oyuna girerken " Geçmiş olsun maç bitti " düşüncesinde olan birçok Galatasaraylı vardı belki de.Ancak Hasan Kabze,sonu Fenerbahçe'nin Denizli faciası ve Galatasaray'ın şampiyonluğu ile bitecek bir sezonda altın değerinde 2 gol atıyordu.

Hasan Kabze,belki Galatasaray'da çok tutanamadı.Ancak herhangi bir Galatasaraylıyı çevirip Hasan'ın ismini söyleseniz eğer,aklı 7 Mayıs 2006'ya gider.Duygulanmış bir şekilde " Şampiyonluk golleri " der..

2-     Fenerbahçe 0-0 Galatasaray


Şikeyle çalkalanan Türk futbolu,Avrupa'da takımlarımızın yine hüsranla dönmesi,Play-off ( Süper Final ) gibi herkesin karşı olduğu ve saçma gördüğü bir uygulama derken,yolun sonunun böyle bir maç olacağı herhalde kimsenin aklına gelmezdi..

12 Mayıs 2012'de,Fenerbahçe ile Galatasaray Kadıköy'de kozlarını paylaştılar.Galatasaray hemen önündeydi Fenerbahçe'nin ve yenilmemesi şampiyonluk için yetiyordu.Fenerbahçe'ye taraftarı önünde galibiyet gerekiyordu.Maça günler kala heyecan yaşanmaya başladı,maç başladıktan sonra kalpler durdu,nabızlar hissedilemedi..Dev derbi bu kez ne bitime iki hafta kala,ne bir hafta kala,ne de yalnızca bir takım için anlamlı olacak şekilde oynanıyordu.Sonucu direk şampiyonluğu belirleyecek bir son hafta mücadelesiydi bu.

Oldukça kontrollü geçen ilk yarının ardından,bol olaylı ve stresli ikinci yarı başladı.Ujfalusi ve Dia'nın kırmızı kartlarıyla sinirler iyice gerildi.Fenerbahçe iyice yüklenmeye başlamış ama Galatasaray savunmasında bir türlü açık bulamamıştı.Fenerbahçe için çok ama çok hızlı geçen,Galatasaray için geçmek bilmeyen dakikaların sonunda solda Miroslav Stoch topun dışarıya çıkmasına engel oldu.Uzaklardan ceza sahasına yüksek bir orta gönderdi.Henri Bienvenu çok güzel yükselmişti aslında,ancak bir o kadar da kontrolsüz zıplayınca kaleci Muslera'ya faul yaptı.Ellerini başının üstüne koyan Fenerbahçelilere karşı şampiyonluk için tek bir düdüğü bekleyen Galatasaraylıları görebiliyorduk.Ve sonunda o son düdük çalmıştı,Türk futbolunun son yıllardaki en heyecanlı finali son bulmuş,şampiyon 0-0'lık skorla Galatasaray olmuştu..

1-     Fenerbahçe 6-0 Galatasaray


Tarihler 6 Kasım 2002,yer Şükrü Saracoğlu.Ezeli rekabette yepyeni bir heyecan.Rekorların kırıldığı muhteşem bir sezon.Sezon sonunda geriye dönüp baktığımızda Süper Lig puan rekoru ve " TFF liglerinde " Fenerbahçe - Galatasaray derbilerinin en farklı galibiyetini görüyorduk.

Bu derbilerde coşku her zaman üst seviye olur tabi,ancak o yıllarda özellikle Saracoğlu'nda bir başka oluyordu atmosfer.Uzun süre beklenen Galatasaray derbisi gelip çatmış,sağda solda her yerde meşaleler yakılmış,şarkılar söylenmiş,oyuncular tribünlere çağrılmış ve maç başlamıştı.9. dakikada Tuncay çıktı sahneye.Fenerbahçe sahasında öne geçerek önemli bir avantaj kazanıyordu.38.dakikada bu kez topu ağlara gönderen isim Ariel Ortega'ydı.Soyunma odasına giderken Fenerbahçe'nin skoru korumayı,Galatasaray'ın geri dönmeyi planlayacağını düşünüyorduk..

Aslında 57. dakikada Ortega'nın gördüğü kırmızı kart Galatasaray için bir milat olabilirdi.2-0 geride olmalarına rağmen bir kişi eksik rakiplerine karşı maçı çevirmeye çalışabilirlerdi.Ancak karşılarında gerçekten çok kararlı ve inançlı bir Fenerbahçe duruyordu.Önce Almanya'dan Fenerbahçe'ye getirilip taraftarların sevgisini kazanmış Serhat skoru 3-0 yaptı.Aynı Serhat,gerçekten yetenekli bir forvet olduğunu gösterircesine attı 4. golü.Galatasaray ne olduğu anlayamamıştı ki 3 dakika sonra farkı 5'e çıkartan gol Ceyhun'dan geldi.Maçın son dakikalarına girdiğimiz sıradaysa savunmanın arkasında Ümit Özat'ı gördük.Ümit son bir gayretle topu kaleye doğru göndermişti.Galatasaray savunması ne kadar uğraşsa da nafile,top çizgiyi geçmiş ve skor 6-0 olmuştu.Fenerbahçe,tarihinin en farklı Galatasaray galibiyetini alırken,akıllarda Serhat Akın'ın şu sözleri kalmıştı ;

" Taraftar 5 istedi 6 oldu,10 istedi zaman yetmedi.. "

       



Pazar, Eylül 8

İnanca olan Aşkımız


 Futbolun ne olduğunu anlamak ve sevmek için yeşil sahayı görmek gerekir önce. Aslında bunu ilk kez tam hissiyle Banu Yelkovan'dan dinlemiştim ben. Ellerini açıp, kocaman bir saha çizerken 'merdivenlerden çıkıp, o kocaman, yeşil sahayı gördüğünde herşey değişiyor' demişti. O kadar haklıydı ki. Kadınlar, çocuklar, erkekler, bir sürü insan için futbolu 'aşk' yapan andır belki de o an.

 Futbol nedir? Ne ifade eder sana? diye sordu bir arkadaşım. Bir an için düşündüm... Futbol benim için 'her şey' demekten daha spesifik bir şey söylemeliydim ona. Daha anlaşılır, kavranabilir, hissettirebilir ve belki de çekici gelebilir bir kelime bulmalıydım, tüm o 'her şeyin' içinden. Sonra gözlerimi, gözlerine indirip 'inanç' dedim. Futbol bana inanmayı öğretti. İnanmanın ne demek olduğunu, insanı hayatta kalan şeyin aslında 'inanç' olduğunu öğretti dedim.

 Çünkü aslında inanmak nedir? İnanmak; savaşmaktır. Başarmayı amaçlamak, yürümek , yürüdükten sonra hiç durmadan koşmaya çabalamaktır. İnanmak; tahmin edilemeyeni vermek, sizden beklenilenin üstünü göstermektir. Aslında özetle inanmak; 'Ben daha fazlasıyım!' demektir. Futbol gibi; daha fazlasıyım, hiç bir zaman yalnızca oyun olmadım demektir. Futbol, inanmaktır bence. Nefes almaya devam etmek bir anlamda.

 Şimdi ellerinizi kaldırıp, gözlerinizi kısın ve bir saha hayal edin, binlerce kişinin bağırdığı, tek yürek olduğu, aynı anda zıplayıp, aynı anda oturduğu; aynı anda bağırıp, aynı anda hayal kırıklığına uğradığı, aynı anda şaşırdığı, aynı anda gülümsediği...

 Bir rüzgar esmeye başlayacak, o kocaman yeşil saha belirince gözleriniz önünde. İşte ben ona, 'inanmak' diyorum. Diğer anlamıyla 'futbol' yani.

Kanser Olmaktır Beşiktaşlılık


Dünya tarihinde eşi benzeri yoktur bunun,başka hiçbir taraftar hayatı boyunca yaşamamıştır bu duyguyu.Her Beşiktaşlı dünyaya hasta gelir,onları hasta hale getiren Beşiktaş kanseridir.

Beşiktaş taraftarı asla bayramı yaşamaz.Hep arefeyi yaşatıp bırakır takım taraftarına.Başarı asla iki sezon üst üste gelmemiştir Beşiktaş'ta.Güzel günler asla uzun sürmez.Umudumuz her zaman kısa süreli bir umut olarak kalır.Dakikalar 80'i gösterirken 2-0 önde olup şov yapan,maç o dakikadan sonra 2-2 bitince " Yenilsen de yensen de " diyendir Beşiktaş taraftarı.İçkiye,sigaraya başlamaktır.Sürekli sessizce bir yerlerde ağlamaktır..

Beşiktaş hiçbir maçta net şekilde yenilmez.Hep maçın başındaki o şut direkten dönmese maç bizim olacaktır,hep kalecimiz topu elinden kaçırmasa 3 puanı hanemize yazdıracağızdır.Kaleciden seken top 6 kişilik Beşiktaş defansına değil,rakibin tek hücumcusuna düşer.Olsun deriz,bir dahaki sefere kazanan biz oluruz.

Bir dahaki sefere asla kazanan biz olmamışızdır.Tarihinin en görkemli galibiyetlerinden birinin üzerinden 2 hafta geçmişken aynı rakipten 8 gol yemiş takımdır Beşiktaş,şampiyonluk derbisinde kendi sahasında ezeli rakibine yenilmiş takımdır.Hüzünlendikçe sevgisi çoğalır,kaybettikçe bağlılığı,çabalar boşa gittikçe tutkusu artar Beşiktaş taraftarının.

Her yanlışa karşıdır Beşiktaş taraftarı.Her yanlışa karşılığını da somut şekilde göstermiştir bugüne kadar.Kimilerine göre bu yanlışlara verdiğimiz tepkiler de doğru değildir,ama önemli olan nasıl olduğu değil ne için olduğudur Beşiktaş taraftarınca.Hele bir de bu tepkiler amacına ulaşırsa asıl şampiyonluk kutlayan Beşiktaş taraftarıdır.Onlar için mutluluğun daha iyi bir resmi yoktur çünkü.

5 yaşındaki çocuğun ağlaya ağlaya " Sevinmek için sevmedik biz seni " diyişidir Beşiktaşlılık.Son dakikada kaçan net gol,kazanılamayan derbiden sonra takımı tribüne çağırmaktır." Yeter ki böyle oynayın " demektir.Çünkü bizim için bir numaralı amaç ıslatılmayan formayla kazanılan şampiyonluk değil,taç çizgisi üzerindeki topu yakalamak için kendini heba etmektir.Bununla gurur duyabilmektir yıllarca..

" Formanda ter olmaya geldik " der Beşiktaş taraftarı.Futbolcunun döktüğü terin 2 katını döker tribünde.Sonucunda onlar gibi maaş da almaz,üzerine bilet parası verir.Cebindeki son 60 lirasının 10'uyla sigarasını 50'siyle biletini alır,koşar kapalıya.Sahadaki rakibin kim olduğu önemli değildir onlar için.Onlar tribünde paslaşırlar " kapalı alt-üst " olarak.Kapalı alt başlar " Efsane yazdın tarihe Beşiktaş " diye,pası alan kapalı üst " Aşık oldum renklerine Beşiktaş " diye girer gol pozisyonuna..Hele bir de o hiç göremediğimiz becerikli gol vuruşu olursa..O an gündoğar işte Beşiktaşlılar için.Gol olmasa da önemli değildir,onlar kötü günde hep omuz omuzalardır..

Övünmek gibi olmasın ama,onlar hep Kara kartallarladır ! 

Bir Tutkudur Penceremde Basketbol..


" Köşede topu aldı,üç sayı çizgisinin gerisinde,atışını yapıyor ve.."

Eğer ki siz profesyonel bir basketbolcuysanız,yaşayabileceğiniz en kötü anlar arasında bu cümlenin akabinde gelecek tablonun yukarıdaki resim olmasıdır.Arkanızda binlerce kişi sevinirken dünya sizin başınıza yıkılmış,top o çemberin içinden geçmemiş ve kahraman olma şansı kullanılamamıştır.Kimi zaman bu anlar sizin efsane olmanızı sağlar,kimi zaman kariyerinizi bir anda düşüşe geçirecek şekilde sonuçlanır.Ancak ne olursa olsun,bu şutu atmayı,bu şutu atan ve savunan takımı destekleme duygusunu yaşayan herkes için bir tutkudur penceresinde basketbol..

Türk milleti olarak bazı istisnai durumlar haricinde kalbimizi futboldaki bir derbi maçtan daha hızlı attıracak herhangi bir olay yoktur sanırım.Tabi o istisnai durumlar,benim gibi futbolun da hastası olmasına rağmen basketbol tutkunu olan insanlarda geçerli değil.90'ların sonu ve 2000'li yılların ilk yarısında basketbolu yakından takip eden herkesin Türk liginde basketbol maçlarına gitmek için çok geçerli sebepleri vardı.Kimisi,Khalid El-Amin'in isabetli serbest atışından sonra diğer 5000 kişiyle birlikte " AMİN " diye bağırmak için giderdi salona.Kimisi,Damir Mrsic'in o gün kıracağı herhangi bir rekoru kaçırmamak için salonda yer bulurdu kendine.Naumoski'nin o gün şapkadan hangi tavşanı çıkaracağını merak edenler doldururdu tribünleri..Solomon'un o gün kıracağı bilekleri,atacağı basketleri kaçırmak istemezdi kimse.Ben 2000'li yılların ilk yarısında basketbol tutkusu başlamış bir gencim.Neyse ki daha fazla geç kalmamışım..

O dönemlerde basketbolda deplasman tribünleri serbest olur,derbilerde Abdi İpekçi'de takımlar değil tribünler yarışırdı adeta.Akatlar'a gelmenin kolay olmadığı,Ayhan Şahenk'in nasıl daha baskılı bir taraftar grubu olunur dersi vermek için kullanıldığı,tam anlamıyla basketbol ruhunun yaşandığı yıllardı.O zamanları hatırlayan herkesin aklında muhakkak anılar birikmiştir.Ve futbolun aksine,sizi basketbola babanızdan kalan armağanlar değil ekran başında izlediğiniz oyuncular bağlar.Beni de o dönemde basketbola bağlayan oyuncular Khalid El-Amin ve Allen Iverson olmuştu..

Bir 19 Mayıs günü - yanılmıyorsam 2005 yılıydı - bir taraftarın yaşayabileceği en güzel anları yaşamış olmalıyım belki de.Evet salonda değildim o maçta ( zaten çok küçüktüm ) ancak o gün ekran karşısında tribünlerdeymiş gibi tezahürat yapıyor,çalmayı bilmememe rağmen ıslıkla rakibi kendimce baskı altına alıyor,o gün Beşiktaş'ın Ülkerspor'u yenmesi için elimden geleni yapıyordum.Kahramanım El-Amin yine döktürmüştü.Ama bir sorun vardı,ben o zamanlar basketbol diyince üç sayılık atışları hayal ederken El-Amin neden hiç üçlük denemiyordu ? 5 saniye kala faul yaptığı için neden ekranlardaki kalın sesli adamlar El-Amin'i eleştiriyordu ?

Anlamadığım şeyleri yaşadım o gün.Biz ne ara geriye düşmüştük Ülker karşısında ? Maçın son 5 saniyesine ne ara girmiştik ? Oysa ki kendimi takımı desteklemeye öylesine kaptırmışken nerden tahmin edebilirdim ki maçın elden gittiğini.Görev zamanıydı şimdi.Son 5 saniyede aldım topu elime,yarı sahayı geçtim El-Amin'le birlikte.Tıpkı onun o gün Akatlar'da yaptığı gibi ben de odamda el üzeri üçlüğe kalktım..Aramızdaki fark ise ben kendime geldiğimde kafamın acıyor olması,El-Amin'in ise orta sahanın az ilerisinden attığı game-winner ile taraftarlarla kucaklaşmasıydı.Gurur duydum kendimle.Maçı kazandırmış hissediyordum kendimi.40 dakika maçı izlemeden takıma destek vermiş,en sonunda da maç kazandıran üçlüğü atmıştım oysa ki..Bunu maça bile gitmeden başka kim yapabilirdi ? 

O üçlük beni bu heyecan dolu ve keyif veren spora iten en güzel anımdı.Basketbol böyle bir şeydir işte,diğer sporların yapamadığı şeyleri yaptırır insana.Hayal gücünüzün sınırlarını zorlar,en olmadık anları size oldu gibi yaşatır.Orada ter döken sanki sahadaki 10 oyuncu değil sizsinizdir,ve kendinizi hiç oynamasanız bile bu oyunun bir parçası gibi hissedersiniz.

O üçlükle birlikte sevinçle odamın penceresine koşup hayal gücümde kurduğum hayranlarımla kucaklaştım.O gün bugündür bir tutkudur penceremde en güzel anılarımı yaşamak,bir tutkudur penceremde basketbol..

Efsaneler Ölmez Lefter


 Herkesin bir kahramanı vardır bazen bu futbolcu olur yada çizgi film kahramanı.. benim iki futbol kahramanım-efsanem var birisini izleyerek diğerini dinleyerek büyüdüm. Tam 20 yaşındayım Lefteri sahada görmüşlüğüm yok ama gel gör ki kendi dedemmiş gibi seviyorum öldüğü günü hala unutmuş değilim ben hayatımda o kadar ağladığımı bilmiyorum.

 Eski zamanlarda çocuk olmak güzeldi birgün sokakta top oynuyoruz iki taştan direk bir yamalı top 7-8 kişi bam güm oynuyoruz akşam ezanında eve dönülür o vakitlerde bilirsiniz vakti geçirmeye gelmez yersin terliği öyleydi çocukluğumuz. Eve gidiyorum bir kahvenin önünden geçiyorum muhabbete kulağım ilişti iki tane orta yaşlı adam tavla oynayıp futbol geyiği yapıyorlar konu Fenerbahçe olunca ister istemez durdum bende, Lefter için 'rum piçi vatan haini' vs. tarzı laf ettiler bende o zamanlar Lefter'i gram tanımıyorum 7 yaşındaki çocuğuz sonuçta o sırada hemen yan masada oturan öksürüklü dedelerin birinden 45 dakika azar işittiler, Lefter'in Yunan milli takımını yüklüce bir paraya rağmen reddedip, Türkiye forması giymesinin hikayesini dinlediler, ben de ilk kez o zaman öğrenmiş oldum Lefter'i..

 Hikayesi çok ilgimi çektiği için hemen babamın yanına koştum dedim baba Lefter kim anlatır mısın ? Babamında futbolla iç içe olmadığını sonradan sonradan öğrendim birşeyler geveledi tabi anlamadım oradan dedemin yanına gittim oturdum yanına ilk önce kahve önündeki hikayeden olaylardan bahsettim sonrasında ise sazı dedem aldı zaten. O zamandan beri Lefter hayranlığım var araştırdım, izledim, dinledim hayattayken görmek nasip olmadı ama.

 Adının anlamı gibi her zaman özgürdü bizim dedemiz..